30 Eylül 2000 Cumartesi 

 

 

Nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

Besni, Zeugma, Nemrut         

 

 

 


       ...eski Besni’nin yani aşağı şehirin, o tarihe ne şahitlikler yapmış kalesi, hanları, hamamları, camileri neden korunmaya alınmadı? Laf etmeye gelince biz tarihimizle övünürüz derler, ey geçmişteki Besni halkı, bu muydu sizin tarihle övünmeniz, geçmişinizin kahramanlığı bu muydu da o güzelim eserlerden taş üstünde taş bırakmadınız... Sizlere sesleniyorum ey Besni’nin aydın geçinen ağaları, beyleri. Güneydoğu Anadolu’nun tarih olarak en eski medeniyetinin yaşadığı bu topraklardaki o mabetlerin yıkılmasına, çalınmasına nasıl göz yumdunuz?...
       Bu halk sizi milletvekili yapmış, Ankara’ya göndermiş, meydanlarda sizi alkışlamış, yememiş, size yedirmiş... Söyleseydiniz ya; aşağı şehirde evlerden başka hiçbir şeye dokunulması yasaktır, kanunen suçtur deseydiniz, bu insanların hiç birisi bir çakıl taşına dokunmazdı...
       Ey Besni’nin aydın insanları, yıktınız, yaktınız neyse; yukarı şehri niye kuruyorsunuz? O hükümet konağını neden oraya koydunuz? Orasının heyelan bölgesi olduğunu, kaygan zemine sahip olduğunu bilmiyor muydunuz? Bu insanlara yaptığınız yetmiyormuş gibi, yukarı şehirdeki arazilerinizin para etmesi için, şehirin kurulacak yerini de siz tesbit etmediniz mi? Yer kırılmış mıydı da dimdik bir dağın eteğine Besni’yi koydunuz?

 

 

Bu sözler bana değil, Besni kitabının yazarı Abidin Mutlu'ya ait...Mutlu'nun Besni'deki tarihin katledilişine ve yeni Besni'nin şehircilik anlayışına tepkileri... Mutlu'nun kitabından yaptığım şu alıntılar bile Adıyaman'ın ilçesi Besni'nin bugünkü durumunu özetliyor işte.
       M. Ö. 4000 yılına kadar uzanan ama yıkıp, yakılan tarih, heyelan bölgesine kurulmuş bir yeni şehir, bakımsız sokaklar, çirkin binalar, altyapı işleri için kazılan toz toprak içindeki caddede ne toza, ne pisliğe aldırmadan kapıların önünde oturup, sigara tüttürüp, sohbet eden halk. Tarih gitmiş, şehir çirkinleşmiş kimin umurunda? Ne toz, ne pislik, ne işsizlik, otururuz biz bir tek çiçek ekmeden, evlerin duvarına bir fırçalık boya vurmadan, car car konuşuruz yalnızca...

       Öğretmen Evi rezaleti
       Bir öğretmen evi dikeriz ilçeye, bu bina mutlaka o yörenin en büyük ve en çirkin yapısı olur, otel gibi kullanıma açarız, ama odalara havlu koymayız. Havlu talep ettiğinizde ise, isteyen kişiye hayretle ve gülümseyerek bakarız ve "daha üç ay oldu açılalı" deriz. Üç ayda kimse burada havlu istemedi mi diye de şaşırmayız. Çünkü biz pek yıkanmayız. O yüzden kalabalıklar hep kokar... Milli Eğitim Bakanlığı'ndan paraları alırız, iğrenç bir bina yaparız, yarım kalmış, gardropsuz, çöp kutusuz, havlusuz, köy evi gibi, lavabonun yanına bir duş takarız, sırılsıklam yerler çamur olur, kimse de hesap sormaz bu binayı kim yaptı, kaç lira aldı, kaça mal etti, kim işletiyor diye...
       Besni Eğitim Vakfı üç yıldır bu ilçede Eğitim Festivali yapıyor. Sergiler, söyleşiler, paneller, konserler, tiyatro gösterileri düzenliyor. Besni'den ayrılmış onlarca Besnili, bu ilçe için birşeyler yapmaya çalışıyor. Kaymakam ve Belediye Başkanı da belli ki çırpınıyor... Ama heyelan bölgesine evler yapılıyor, öğretmen evi şaibe kokuyor. Her yerde olduğu gibi tüm bu rezilliklerin asla sorumlusu yok...
       Okulları, dershaneleri, Meslek Yüksek Okulu ile eğitim seviyesi yüksek olan bu ilçede, dünya tatlısı kız öğrenciler etrafını alıp, "okumak istiyorum ama ailem karşı çıkıyor, bu sınıfa kadar zor geldim" diyebiliyor.
       İnsanlar "biz Besnili'yiz" diye övünüyor ama "yahu bu yer neden bu kadar bakımsız? Neden Nedim'in Yeri'nden (Culfa Parkı) başka gidecek bir yerimiz yok, neden bu öğretmen evi bu kadar çirkin, neden gençlerin gidip oturacağı, müzik dinleyeceği bir yer yok, neden tarihimiz yaşatılmamış diye sormuyor. Soranlar olsa da, yılda bir yapılan şenliklerle ses pek duyurulamıyor. Abidin Mutlu'nun kitabını ise acaba kaç kişi okumuş? Bırakın kişileri, o yöreden çıkmış kaç milletvekili Besni ile ilgili bir kitabı okumak istemiş?

       Nedim Amca
       Hayatımda hiç kimseye amca, abla, teyze demedim, hiç hoşuma gitmez yabancıların, samimiyet adına birbirlerini böyle çağırmaları... Ama Nedim Amca'ya Nedim Amca deyiverdim işte... İçimden geldi, gönlümden koptu...
       80 yıllık Besnili Nedim Güleken'in o çiçekler içindeki, pırıl pırıl bahçesi de olmasa, Besnili'ler ne yapacakmış bilemiyorum, biz ne yapacaktık onu da bilemiyorum...
       Oğullarıyla aynı yaşta gibi görünen Nedim Amca'ya soruyorum, ne yapmış, ne etmiş de böyle olmuş... Bu kadar dinç, bu kadar ayakta, bu kadar sevimli...
       Badem içini havanda dövmüş, mumlu bal ile karıştırmış, yemiş... Sonra, süte bir çorba kaşığı bal katmış, içmiş, her dakika yoğurt atıştırmış... İşte böylece, bal gibi bakan, dinç mi dinç bir adam olmuş... Nedim Amca... İyi ki varsın... Besni seninle bir kişilik kazanmış... Umarım senin kıymetini biliyorlardır...

       Çalınan mozaikler
       Sabah altı'da kalktık gittik Besni'den Gaziantep'e... Akatlar, Hititler, Hurriler, Asurlar, Mekadonyalılar, Kommageneler, Romalılar, Bizanslar dönemini yaşamış Besni'de pek tarihi eser kalmadığından, tarih görmek için Gaziantep Müzesi'ne gidiyoruz. Tıklım tıklım eser dolu güzel bir müze ama hiçbir eserin üzerinde açıklama yok. Öyle aval aval bakıyorsunuz o güzelim tarihe... Müzede altı kişi çalışıyormuş, yani "adam" yokmuş... O yüzden bu eserlerin üzerine bir açıklama etiketi konamıyormuş yıllardır!..
       Zeugma'dan çıkarılmış gerçekten inanılmaz boyutta ve güzellikte mozaikler müzede sergilenmeye başlanmış... Kurtulamayanlar, işte şu suyun altında...
       Müze müdürü Zeugma'yı gezdirirken anlatıyor; burası 200 hektar alanmış... Sasaniler kenti yakmış, yamaç molozlarıyla kaplanan eserler, şans eseri toprağın altında öylece kalmış o yıllardan beri... Ama Sasaniler'in yapamadığını, 2000 yılı yöneticileri yapmış... Artık o mozaikler ve o kent su altında... Toplanıp da götürülemeyenler açılmış ama hemen toprakla iyice kapatılıp koruma altına alınmış... 100 yıl sonrası için!... Çıkarılan bir villanın zeminindeki mozaikler ise, ÇALINMIŞ... Evet çalınmış... O villanın arta kalan kalıntılarına ise halkımız o anlı şanlı isimlerini yazmış ve çöplerini atmış...
       Bir varmış bir yokmuş... O, tarihi eserlerin üzerine adını kazan halkımızın bağrından kopan politikacılar bu harabelerden habersizmiş... Ne zamanki Batı ilgilenmiş, Zeugma kıymetli olmuş... Ama iş işten geçmiş ve burası sular altında kalmış... 100 yıl sonra gelecek olan medeniyet belki gerçekten medeni olur da bunların değerini anlar diye, itinayla örtülüp, saklanmış....

       Nemrut'un güneşi
       "Kötü... Hain... Diktatör... Zalim" bir yönetim biçimi Nemrut... Yani kendini tanrılarla bir tutan Komagena Kralı'nın bölgesi... Zeus, Herkules, Apollo gibi tanrıların arasına hem de en heybetlisi olsun diyerek kendi heykelini de diktiren zalim kral... Onu görmeye çıkıyoruz gecenin ikisinden sonra dağları, kayaları aşarak Nemrut'a, bir de öyle bir güneş doğuşu seyredeceğiz ki, başka hiçbir yerde yok... Sabahın altısından beri yollardayız... Şu anda "öteki sabah"ın altısı. Besni Gaziantep, Adıyaman, Nemrut, Besni... Bir gün içinde yaptığımız yol 500 kilometreyi geçti... Harabe göremedik, size bir güneş verelim...
       Iıh... Şanssısız bu kez... Zeugma'da burnumuzdan ter damlıyordu şimdi battaniyeler içinde donarak, güneşi bekliyoruz... Romantik halkımız darbukalarla oyun havaları çalmakta... Yerlerde kavun kabukları... Halkımızın ruhu da midesi de hep aç... Bu yüzden Nemrut'a bile darbukası ve yemekleriyle çıkar, çalar, oynar, isimlerini kazar, yer içer, atar...
       Hava iyice aydınlandı, sabah Zeugma'da harabe göremedik, bari gece yarısı Nemrut'da güneş görelim... Hayır, çıkmadı... Üzgünüz, yerlerimizden doğruluyoruz, bir o kadar yolu ineceğiz süklüm püklüm... Uykulu cılız bir ses bağırıyor, "çıktı çıktı..." Dağın üzerinden değil ama bulutların arasından güneş nazlı nazlı görünüyor... Kızıl bir top gibi... İşte gördük... Mutluyuz, gururluyuz... Nemrut'daki o değerli harabeler bakımsızlıktan bitip gitmek üzere ama güneş başka hiçbir yerde Nemrut'daki gibi doğmuyor....


Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr

 

 

            1 Ekim 2000 Pazar 

 

Öğrenciye özgürlük


       “Aşağıdaki kimseler arasında evlenme yasaktır: Üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler, amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında. Evlilik sona ermiş bile olsa eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu ve altsoyu arasında, evlat edinen ile evlatlığı veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında."
       Medeni Kanun Tasarısı Madde 129

       Dün Adıyaman’ın Besni’sini yazmıştım, bugün Treviso’nun Fabrica’sını anlatacağım... Treviso’dan döndüm, ertesi gün Besni’ye gittim. Böyle art arda olunca, yani hem Treviso’daki, hem Besni’deki öğrencileri bir gün arayla görünce, içim iyice cız etti... İster istemez kıyaslıyorsun, ister istemez, üzülüyor, sinirleniyorsun...
       Bir okul düşünün: 17. yüzyıldan kalma villanın duvarlarından başlıyor ve dünyanın en ünlü mimarının yaratıcılığıyla 51 bin metrekarelik alana yayılıyor... Kapalı yüzeylerin toplamı 11 bin metreküp.
       İnşaatın 16 bin 420 metreküplük hacminin büyük bir kısmı yeraltında ama günlük güneşlik...
       Burası bir iletişim, araştırma ve geliştirme merkezi. Okulun sloganları sınırsız özgürlük, yaratıcılık. Dünyanın dört bir yanından gazeteciler gelip bu binayı geziyor ve dünyanın dört bir yanından gelen gençler burada eğitim görüyor, özgürce ve hiç sınır koyulmaksızın yaratarak...
       Bu okulun adı Fabrica. İtalya’da, Treviso yakınındaki Ponzano’da. Dünyanın dört bir yanından gelen ve sanatın her dalına ilgi duyan gençler, Benetton’un Fabrica’sında eğitim görüyor. Luciano Benetton, Fabrica için, “kelimenin tam anlamıyla, insanların birbirlerinden bir şeyler öğrendikleri yer" diyor.
       Öğrenciler önce “dikkatli bir elemeöden geçiriliyor. Seçilenler, sinema, grafik, internet, endüstri tasarımı, müzik, yayıncılık gibi konularda eğitim alıyor. Benetton’un Bilimsel Komite Yöneticisi Marco Müller öğrenci alımı konusunda sadece şu koşulu öne sürüyor: “Her öğrencinin seçtiği bölüm için deli olması lazım."
       Fabrica çok kültürlü bir laboratuvar; yaratıcılığın ortaya çıkması gerekiyor. “Gelenekselin ötesine geçmek zorundayız. Örneğin teknoloji çabuk eskiyor, buradaki teknolojik araçlar, sürekli yenileriyle değiştiriliyor" deniyor.

Hayal gücü ve yaratıcılık

       Luciano Benetton anlatıyor: “Ünlü bir İtalyan deyişine göre, bir şeyi söylemek ve yapmak arasında bir okyanus kadar fark vardır. Oliviero Toscani ile birlikte geleceğin iletişim kanallarını geliştirecek bir atölye ve içinde çalışacak kişilerle ilgili hayal kurmuştuk. Fabrica şimdi, her zamankinden daha çok tanımlamalardan, sınıflandırmalardan, geleneklerden kaçıyor. Fabrica’da klasik eğitim geleneklerinin dışında hareket edilir. Örneğin sınav yapılmaz. Genç insanlar burada başkalarıyla işbirliği yaparak, gerçek projelerde kendilerini ölçerek, serbest düşünmeyi ve eleştiri yapma yeteneklerini geliştirirler. Neden Fabrica’yı kurduk? Çünkü bizim için iş yapmak, sadece bir kuruluşu yönetmek değil aynı zamanda atılgan olmaktır. Ben Fabrica’yı işimize, hayal gücümüzü ve yaratıcılığımızı da katmamız gerektiğini hatırlatan bir referans noktası olarak görüyorum." Fabrica’da gençler dolaşıyor, kıyıdan köşeden müzik sesleri duyuluyor, sergiler geziliyor. Öğrencilerin uluslararası festivallerde ödül alan filmleri gösteriliyor. Benetton, “Bu okul iletişimin tanımıdır, dünya her gün değişiyor, buna ayak uydurmak zorundayız" diyor ve bir öğrenciyi göstererek “Gelecek yıl bizim koleksiyon fotoğraflarını çekecek" diyor.
       Öğrenciler ÖZGÜRCE çalışıyorlar. Çalışmalar yeni mağaza tasarımından, kağıttan yapılmış kıyafet koleksiyonlarına, geri dönüşümlü jean kumaşından alternatif malzemelere kadar uzanıyor. Öğrencilere ait, “sürekli taşınan insanlar için önemli ve geçici mobilyalardan oluşan bir iç dekorasyon sistemi" olan “Nomad" projesinin patentini Fabrica alıyor ve piyasada satılmaya başlanıyor.
       Fabrica Cinema’nın yapımcılığını üstlendiği İranlı yönetmen Samira’nın filmi Cannes Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülüönü, Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk filmi de Berlin Film Festivali’nde “Barış Ödülü" kazanıyor.

       Dünyaca ünlü Tadao Ando1992 yılında Sevilla’daki Expo Fuarı’nda Japon Pavyonu’nu gezmiş, tümüyle ahşaptan yapılmış bir mabede benzeyen bu yapıyı unutmamıştım... En çok gezilen pavyonlardan biriydi o. Rastlantıya bakın ki, sekiz yıl sonra bu adamla tanıştım... Washington Post’un “dünyanın yaşayan en ünlü mimarı" diye tanımladığı Tadao Ando, 1941’de doğmuş, ‘62 yılından itibaren Afrika ve Avrupa’ya yaptığı gezilerle kendini yetiştirmiş. İnanılmaz bir olay ama, dünyanın en ünlü mimarlarından biri, mimari eğitimi almamış, kendini yetiştirmiş; işte “zeka" dedikleri şey bu olmalı... Dünyadaki pek çok ünlü eserin sahibi Ando, teklif aldığında İtalya ile Japonya arasındaki mesafe yüzünden biraz endişelenmiş. Ama Benetton’un kararlılığından etkilenmiş ve öneriyi hemen kabul etmiş. Projenin ana fikri, insanlara kolayca buluşma ve görüşme imkanı verecek mekânlar, meydanlar, koridorlar, galeriler ve odalar tasarlamak üzerine kurulmuş.
       Doğrusunu isterseniz Ando’yu hayretle dinliyorum, bir yapıyı tasarlarken, “insanların sohbet edecekleri mekânlar" yaratmayı anlıyorum da “bu alanlarda yapılacak görüşmeler sıradan sohbetlerle sınırlanmayacaktı. Yeni ve eskinin, farklı kültür ve biçimlerin konuşulduğu, zıt fikirlerin çarpıştığı doğal iletişim ortamları yaratacaktı" diyecek kadar insani boyutlara ulaşmasını olağanüstü buluyorum...

Doğa, insan ve mimari

       Bizde genellikle “ben yaptım oldu" şeklinde düşünülüp, yaşanılan mimarinin insan yaşamının içine böylesine girmesinden etkileniyorum, kıskanıyorum. “İşveren istemediği ya da para vermediği için" yaratıcılıklarını kullanamayan mimarların sıkıntılarını hatırlıyorum ya da patronlar tarafından çizilen binaların müteahhitlere uygulatılışını...
       Tadao Ando konuşuyor: “Ben mimarlığın önemli bir sosyal fonksiyonu yerine getirdiğini ve toplumsal bir sözleşmenin meyvesi olduğunu savunuyorum. Mimarlık gerçek bir işbirliği olmadan yaratılamaz. Mimar, kendini saran çevrenin tarihsel ve sosyal yönlerinden etkilenir ve kendi fark ettiklerini yorumlar. Fabrica’da geçmişin ve günümüzün mimarisi birbirlerinden etkilendi. Fabrica’yı yaparken 21. yüzyılda iletişimle ilgili bir merkez nasıl olmalı diye düşündük. Bireyler gelişmeleri açısından iletişim kurmak zorundalar. Yeni bir kuşak yetişmeye başladı. Yeni yüzyılda geçmişin sorunlarını aşmalıyız. Yeni binayı tasarlarken eski villayı yerinde bıraktım, çevre ve doğa mimariye monte edilebilir diye düşündüm. Geçmişi korumak, geleceğe imza atmak önemli. Treviso’nun tarihini, kültürünü de göz önüne aldık. Mimarinin standartlaşması gibi bir sorun var. İnsanoğlu çevreyi, doğayı, en önemlisi insanları korumak zorunda. Mimarlar girişimcilerin sundukları desteklerle beslenirler. Artık yaratıcılık beslenmek zorunda."
       Bizim girişimcilerimizin de bizim mimarlarımıza böylesine olanak ve özgürlük vermesi ve bizim öğrencilerimizin de böylesi özgür ortamlarda yetişmesi dileklerimle...


Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr

ANASAYFA   BASINDA BESNİ

 

© 2000 Milliyet

http://www.milliyet.com.tr/2000/09/30/yazar/asena.html

http://www.milliyet.com.tr/2000/10/01/yazar/asena.html

 

l

 

© 2000 Milliyet